Denize bakan kayalıklarda bir bungalov… Yoldan fırlayıp yanına düşen bir araba… Bir patlama… Huzur arayışındaki emekli Tümgeneral Ayvaz Dere’nin planları ilk günden altüst olmuştur. Kazaya karışan gençler de olaya bambaşka bir boyut katar ve işler çetrefilleşir. Bir de 1980’lerde takıştığı solcu bir avukat, Sinan çıkar karşısına. Böylece geçmişe ve geleceğe ışık tutan zorlu bir düet başlar. Mizahi bir üslup ve sürükleyici bir kurguyla kaleme alınan Arafta Düet, hepimizi barış, vicdan, erdem üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor. Biri yıllardır hapiste olan iki eşyazarın hiç karşılaşmadan beraber kaleme aldıkları roman, bu açıdan dünyada bir ilk.
Selahattin Demirtaş is a Zaza Kurdish politician who is co-leader of the left-wing pro-Kurdish Peoples' Democratic Party (HDP), serving alongside Figen Yüksekdağ. Demirtaş was the presidential candidate of the HDP in the 2014 election, coming in 3rd place with 9.77% of the vote.
Selahattin Demirtaş was born in a Zaza-speaking family in Elazığ in 1973 where he completed both his primary and secondary education.
Upon graduation from secondary school, he took the university entrance exam and started his college education in Dokuz Eylül University in the department of Maritime Commerce and Management where he would face political problems that would force him to leave school without finishing his degree. He returned to Diyarbakır and retook the university entrance exam, after which he enrolled at Ankara University Law Faculty. After college, Demirtaş worked as a freelance lawyer for a time before becoming a member of the executive committee of the Diyarbakır Branch of the Human Rights Association (IHD). The IHD Chair at the time was Osman Baydemir who was elected as the mayor of Diyarbakır in the following local election and Demirtaş replaced him as the chair of the IHD Diyarbakır. During his term as chair, the association focused heavily on the increasing unsolved political murders in Turkey. Demirtaş is among the founding members of the Turkish Human Rights Association (TIHV) and the Diyarbakır post of Amnesty International.
Demirtaş started his political career as a member of the Democratic Society Party (DTP) in 2007 at which time he stood as one of the ‘Thousand Hope Candidates’ for the DTP and several other democratic organizations in Turkey. He was elected to the 23rd Parliament and became the Parliamentary Chief Officer for the party at the age of 34.
The DTP was closed down by a Supreme Court order in 2009 and the DTP MPs moved to the Peace and Democracy Party (BDP). The BDP held its first congress in 2010 and elected Selahattin Demirtaş and Gültan Kışanak as its new co-chairs. Demirtaş contested the 2011 elections as part of the joint ‘Labor, Democracy and Freedom’ list endorsed by the BDP and 18 different democratic political organizations, this time from Hakkari. He was re-elected to the 24th parliament.
Demirtaş was the co-chair of BDP during the period when the peace process and negotiations kick-started in Turkey. In 2014 Demirtaş and Figen Yüksekdağ were elected as the co-chairs of the Peoples' Democratic Party (HDP) – a new initiative originating from a three-year-old coalition of the BDP and various different political parties and organization under the auspices of the Peoples' Democratic Congress (HDK) - for the 2014 presidential elections of Turkey, being one of three candidates and hoping to attract left-wing voters. He came third with 9.77% of the vote.
Demirtaş was co-leader along with Figen Yüksekdağ during the June 2015 Turkish general election, the party's first campaign in a general election. The HDP came in fourth place with 13.12% of the vote and 80 out of 550 seats. Celebrating the victory, he stated: “From now on, the HDP is Turkey’s party. HDP is Turkey, Turkey is HDP.”
On November 4 2016, he was arrested along with other HDP MPs.
Kitabın temsil ettiği dayanışma ve duyulması arzu edilen sese inancım 5 yıldız. Edebi olaraksa aslında hiç fena olmamakla birlikte özellikle yüzleşme sahnesindeki didaktiklesme yordu. Bu kitabı okuyan kişi zaten bu içeriğe hakim, bu içeriğin geçmesini istedigimiz kişi de bu kitaba da zaten t.rör ürünü gozuyle bakacağına göre çok da amacına ulaşamaz gibi hissettim. Ama vermeye çalıştığı özeleştiri mesajıni aldım. İki yazarli olduğu için heralde bazı karakter derinliklerinde de aksayan yerler vardı. Dedim ya beş yıldız özüne, misyonuna ve hikayesine. Yoksa fotoğraf yerine resim demiyoruz ;)
Düet yazsa da ben solo bir anlatıyı okudum. Anlatılacak bir hikaye olunca, iyi de yazılınca aktı gitti. …. Miras. Bıraktığımız miras ne olacak? Kişisel bir yüzleşme mi ki hepimiz için kaçınılmaz bir durum. Toplumun ve devletin yüzleşmesi nasıl ve hangi yöntemle olacak? Sorularıyla baş başa bırakan bir okuma.
Demirtaş’ın romanlarını çok severim ama bu sefer içime sinmedi. Eş yazarlık fena fikir olmasa da belli ki Yiğit Bener doğru bir seçim olmamış.
———-sürprizbozan içerir———
Özellikle emekli paşayla yüzleştikleri gece, yakın Türkiye tarihin didaktik bir özeti gibiydi. Ermeni tehciri, 6-7 Eylül, Sivas katliamı, hatta hatta Şeyh Sait isyanı bile ceberut devletin icraatları olarak defalarca okuduğumuz, artık ezberlediğimiz bir retorikle anlatılıyor. Halbuki Selahattin Demirtaş’ın bugüne kadar yazdığı kitaplardan böyle didaktik bir tarzı benimsemediğini biliyoruz.
———-sürprizbozan içerir———
Ayrıca kitabın hikayesi de fazla tesadüflere dayanan, herkesin herkesi tanıdığı bir hikaye olduğu için yeterince inandırıcı olmamış. Özetle söylemek gerekirse nerde Efsun nerde Arafta Düet. Tez zamanda Demirtaş’ın solo yazar olarak yazacağı kitapları bekliyoruz
This entire review has been hidden because of spoilers.
Polanski ölüm ve bakire Mikhail Romm sıradan faşizm Louis Ferdinand Celine- evrensel hırtlık 105: "birine siz diye hitap etmek her zaman saygı ifadesi değildir, bazen de tam aksine, aranızdaki asla kapanmayacak mesafenin altını çizmeyi amaçlar." Aslında iki tarafın da kaybettiğini düşünmesi İki tarafın da stereotyple ları konuşuyor Karakter yaratımında kolaya kaçılmış Olay örgüsü güzel Dil akıcı, okuması rahat Gündelik olaylar ve verilecek mesajlarla iyi yoğrulmuş Bazı diyaloglar didaktik General Ayvaz Dere ile avukat Sinan arasındaki- sağ daha çok halk tv kafası üzerinden Devlete karşı çıkan avukat- güvenlik hassasiyetli asker dikotomisi var P.111: kürtlerin muhattap alınarak sorunun çözülmesi gerektiği vurgusu P. 112: "adalet sağlanmadan barış olmaz. Bunun içinde geçmişte işlenen tüm suçların hesabının verilmesi gerek." P. 116: "Devletin suçunu kabul etmesi, yüzleşme, af dileme P. 119 İrfan: "birilerinin hesap vermesi gerekiyorsa, onlar da bizleriz. Halka devrim sözü verip yerine getirmeyen biziz. Siz kendi görevinizi yaptınız, biz yapamadık. Memleket bugün bu haldeyse biz işimizi düzgün yapamadığımızdandır." İktidarın doktor düşmanlığının üroloji ve prostat büyümesi ile ilişkisi P. 121: "tarihimizde hesap verme, yüzleşme veya esaslı bir muhasebenin örneği olmadığı içindir ki bugün devleti eline geçirenler de rahatlıkla halka karşı ağır suçları pervazsızca işleyebiliyorlar." "Kızgınlığının asıl nedeni ise halka karşı suç işleme tekelinin elinizden almış olmalarıdır." P. 122: "siz bugünkü iktidardan memnun değilsiniz, ama biz hiçbirinizden memnun değiliz" Ayvaz dere, bakkalın kapıcının iktidara oy verdiğini söylüyor. Askerin bakış çok stereoype cumhuriyet mitingleri düzenleyen iktidara karşı bildiri yayınlayan emekli askerler, çocukları da yurtdışına gitmiş ya da sistemle entegre olmuş P. 122-123: cumhuriyet aydınlanması eleştirisi, halka rağmen, kürtlere, kadınlara uygulananlar Korsan bildiri gibi bazı diyaloglar P. 133: "kürtçe konuşmak artık serbestti (güya!) ama hala Kürtler konuşmuyordu, kendilerini ifade etmelerine fırsat verilmiyordu ve asıl mesele buydu." Kürt sorunu- solun davası ayrışması var. Biraz herşey var Gezi, kürt, kadın, gay, sermaye.. Mahsun kırmızıgül filmi gibi biraz bazı yerler Inglorous bastard etkisi var gibi- ayvazı konusturması: bizi geçtiler, kadın yöneticileri daha fazla Tüm Berfinler aynı değil Kürt olsalar da Sonu çok şaşırtmalı ve çok hoş Sonu olağan şüpheliler ve jessica fletcher modunda Masum değiliz hiç birimiz mottosu gibi biraz
This entire review has been hidden because of spoilers.
Asker emeklisi komutan ile 70 lerin sol öğrencisi şimdiki avukatın yıllar sonra farklı bir olay ile bir araya gelip eski sağ-sol çatışma ve mücadele dönemini hatırlama ve kendi iç hesaplasmalarini yapan bir roman. Yazarlardan çok başarılı bir roman ve iki yazarli bir deneme.
İki farklı yazarın kaleminin uyumu çok etkileyiciydi. Demirtaş’ın kalemini zaten çok beğenen bir okur olarak bütün kitaplarını okumuştum. Şimdi Yiğit Bener’in de kitaplarını okuma zamanı. Bu kitaptan alıntı(lar) yapmak istiyorum: “Hiçbir şey ilk anda göründüğü gibi değildir. Dikkatlice bakmazsan, görmek için bakmazsan yanılırsın.” “Ne demişti Nietzsche? ‘Canavarlarla savaşanlar sonunda canavar olmamaya dikkat etmelidirler…’”
Didaktik mesajlar vermek için zorlama kurgu ile yazılan eserler beni pek sarmıyor ancak yine de emeğe ve çift yazarlı değişik kitap projelerine saygım sonsuz. 🤗
Kitap bana çok naratif ağırlıklı geldi. Yani aksiyon yerine konuşma ağırlıklı, karakterlerin diyalogları üzerinden yazarların çeşitli olaylarla alakalı düşüncelerini aktarması… konsept olarak ilginç bir kitap, ve sürprizlerle dolu bir sonu var.
Türkiye’de siyasi arenada yer bulamayan Selahattin Demirtaş kendine edebiyat dünyasında ifade etmeye devam ediyor. Bir siyasetçi olarak güçlü bir edebi gelenekten geldiği söylenemez, ama kalemini siyasi görüşlerini duyurmak için güçlü bir şekilde kullandığı söylenebilir. Hiç görmediği bir edebiyatçı ile birlikte dayanışma içinde kaleme aldığı bu kitap da bunun en önemli kanıtlarından biri. Kitaptaki karakterler tarafından ifade edilen siyasi görüşler ve hesaplaşmaların büyük bir kısmı daha önce dile getirilmiş, duyulmuş, düşünülmüş şeyler. Gönül isterdi ki böyle bir yüzleşme çok daha güçlü bir biçimde, çok daha detaylı ve samimi bir biçimde gerçekleşsin. Burada ancak karikatürize edilmiş bir biçimde ve yalnızca belli başlı Stereotipler aracılığıyla ifade edilen analizler aslında çok daha derin bir itiraf, çatışma, suçlama, barışma süreçleri gerektiriyor. Bütün bunlar nasıl gerçekleşecek, söylemesi oldukça zor, ancak toplumun kendisiyle barışmasının ve düze çıkmasının tek yolu bu zorlu yoldan geçmesi.
Konu malum, suçlu da ortada ama mücadele okumaya değer. Siyasi ve içeriğindeki hesaplaşmadan bağımsız olarak bana süreç çok yaratıcı geldi. Hangi kısmı kim yazdı diye düşünüp durdum başında ama bir yerden sonra iki yazar birbirinde harmanlandı sanki. Elbette hükümlü bir avukat varsa işin içinde ayırt etmek kolay görünebilir ama olsun çok güzeldi kitap aynı zamanda acı elbette. Ama bu kadar acılığı öyle naif öyle akıcı öyle anlayışlı bir yerden anlatmışlar ki ben sonunu da çok beğendim süreçte de çok keyif aldım. Bazı betimlemelerde içerdeki bir yazarın hasreti boğazımda düğümlenmedi değil ama olsun güzel günler yakındır.
Çeviri olmayan, ana dilimde yazılmış, Türkiye’de geçen olayları/karakterleri anlatan romanları okumayı çok istiyorum ve seviyorum da, çocukluk odama girmek gibi bir lüks. Ama işte bazen heyecanla başladıkların bir şey eksikti ama ne ile bitiyor: belki aşırı tesadüfler, bir sürü konunun aynı anda didaktik anlatımla üstüne bocalanması, kimi yerlerde inandırıcılığın geçmemesi, tadını kaçıracak şekilde çabucak çözümlenen bir son…. Romanları/öyküleri bile sadece edebiyat için yazamayacak mıyız diye düşünüyorum 😔
"Öyle ki, ıslak kaşıkla reçel kavanozuna dalıp lop lop götürecek kadar kendimi kaybettim... Ki asla yapmam boyle bir sey. Recele ıslak kaşıkla daldın mı şekerlenir, bozulur. Yaptim ama. Hic acımadım! Ne kendime ne de reçele. Gülşen yaşasaydi durumumun ne kadar vahim olduğunu o dakikada anlardı. Bilirdi reçel hassasiyetimi, takıntılıyımdır. Reçellerimizi Gülşen'le evde yapardık. Yasasaydı belki her şeye ragmen bah- ceden toplayıp gül, kayısı, çilek reçeli yapardık, Onun artk olmadığı bir dünyada, hayallerimin tursusunu kuruyordum ıssız evimde" (46)
İki eşyazarın hiç yüz yüze gelmeden bir roman yazmış olmaları bu kitaba değer katan en önemli özelliği. Bir de şu günlerde çokça katıldığım bir paragraf çıktı karşıma: “ Bu koşullarda kim kiminle nasıl barışacak? Hangi zeminde? Ve onca acı yaşanmışken, yaşanmaya da devam ederken, bu toplum gelecekte barış içinde bir arada nasıl durabilecek? “ S. 113 Bir de burada yazılmış olsun bu sözcükler!
Selahattin Demirtaş’ın tatlı dilli üslubuna eş yazar Yiğt Bener de eşlik etmiş olacak ki kitap çok akıcı ilerledi. Siyasi yüzleşmlerde zaman zaman didaktik kısımlar olsa da kitabın akıcılığına zarar vermediğini düşünüyorum. Kitabın sonundaki polisiye roman gibi çözümlemeler de benim için hoş sürpriz oldu:) Tavsiye ederim.
Selo başkanın halen hapiste olduğuna inanamıyorum. Ne yapsa canımız ciğerimizdir. Ne yazsa da okurum. Umarım ülkeye adeletin geldiği günü görür. Başkana hakkını teslim edebiliriz. Kitap güzel. Okuyun lütfen.
'Masa saatinin pilini çıkardım, tık tık edip duruyordu. Saat durunca zaman da durdu gibi. Gibisi fazla, resmen durdu. Ben Suskun'la birlikte içinde asılı kaldım.'(s. 45)
Birbirini yuzyuze gormemis iki yazarin elinden cikmis olmasi, konusu ve altta yatan arinma duygusu didaktikligini unutturuyor. Sadece dayanisma icin bile okunur